Bumerang - Yazarkafe

21 Kasım 2018 Çarşamba

EĞİTİM TOPLUMU DEĞİŞTİREBİLİR Mİ? MICHAEL W. APPLE KİTAP ÖZETİ



Merhaba👋  Bu bölümde Eğitim Toplumu Değiştirebilir Mi? kitabını sizlere özetlemek ve kendi yorumlarımı da sizlerle paylaşmak istedim. Kitap toplam 8 bölümden oluşmuştur. Eğer diğer bölümleri yayımlamamı isterseniz aşağıda yorumlar kısmına yorum bırakabilirsiniz.

eğitim toplumu değiştirebilir mi apple ile ilgili görsel sonucu


Eğitim Toplumu Değiştirebilir Mi?

  1. Eğitim Toplumu Değiştirebilir mi?

Eve Dönüş
Yazar Wisconsin’de ve ABD’de eğitime verilen değerin oldukça yüksek olduğundan bahsediyor. Dikkati asıl Arjantin’e çekmek istiyor ki burada gözlenen siyasi olayların eğitime nasıl etki ettiği tartışılıyor. Orada iktidara sahip olmanın en önemli şartı eğitimin kötüleşmesidir. Böylelikle kötü politikalar için bilinçli insanları azaltarak aksine oy kullanılmasını da azaltıyor. Öğretim adeta bir kirlilik kaynağı olarak görülüyor. Bu bize yabancı mı?

Okulları Değiştirmek, Piyasaları Değiştirmek
Yazar bu konuya şöyle bir giriş yapmıştır: Slovenya’ya sığınan mültecilerin örgütlendikleri iki şeyden biri okul olmuştur. Onlara göre saygılı olan bir toplumun demokratikleşmiş bir eğitim sistemine ihtiyacı vardır. Bu değer bölümü okurken o zamanlar için bana inanılmaz geldi. Eğitime bu denli önem vermeleri, geleceklerini nesillere aktarmayı düşünmeleri takdire şayandı.
Mültecilerin aksine bir de New Orleans’ta insanların yaptıkları hataları doğal afetlere bağlayanlar piyasanın eğitim üzerine etkisini kalıp gibi ortaya koymuştur. Buradaki olay ebeveynlerin okul seçmesi, mevcut okulların kötü, yeni okulların iyi olarak adlandırılmasıdır.
Bir de ırkçılık. Diğerlerini kirletme çabası. Diğerlerini toplumdan dışlayarak toplumda statü farkı oluşturup istedikleri güce sahip olabilirlerdi. İşte bu, seçim piyasalarındandır.
Piyasaların vazgeçilmezi ise kesinlikle dildir. İktidarda kalmak isteyenler dili oldukça iyi kullanır ve ortaya iki kavram atarlar: ‘’Biz’’ yani güçlü olanlar, kar edenler; ‘’Biz olmayanlar’’ yani tüketiciler.

Farklı Olabilir
Bazı ülkelerde reform hareketlerine karşı demokratik alternatifler oluşmaya başlanmıştır:
Eğitim kurumları.
İnsanlar geleceklerini inşa etmek için okullar yapmaktadırlar. Herhangi bir olası kötü şartlarda bile eğitim kurumları seferber olacaklardır. Halkına saygılı, dürüst bireyler yetiştirecektir.
Tabi gelişen şartlara yönelik yazarın da dediği gibi ilerlemeci hareketlerin olacağı gibi paralel olarak da geriletici hareketler de olacaktır.

Yakınlaşmak ve İttifaklar Kurmak
Yazar bu bölüme başlangıç yaparken kendinden ve rahatsızlığından bahsetmiştir. Arteriti kötüleşmeye başladığı sıralarda ona üniversitede daha iyi bir eğitim sağlayabilmesi için engelli formu doldurulmuş ve elektronik masa, sandalye yardımı yapılmıştır. Yazar da yaşadığı bu durum içerisinde eğitim ile yakından ilişki kurabilmiştir. Ayrıca engellilerin sosyal yaşamlarında, eğitim ortamlarında eşit haklara sahip olunma çabalarından bahsetmiştir. Yazar ezilen bir grubun içerisinde yer almadan ‘Eğitim toplumu değiştirebilir mi?’ sorusunun cevabını kimsenin veremeyeceğinden söz etmiştir.
Ben bu son söze katılıyorum. İnsanın başına bir şey gelmeden o olayın getirdiği zorlukları beraberinde taşıyamıyor.

Duygusal Eşitlik
Yazar burada Lynch, Baker ve Lyons’un Duygusal Eşitlik adlı kitabından bahsediyor. Kitapta duygusal eşitliğin sevgi, ilgi ve dayanışma olduğundan söz ediyor. Kitap önemli noktaların altını çiziyor. Bunlar: Hayattaki duygusal unsurların, sermayelerin ve cinsiyet ve sınıf kesişimlerinin seviyelerinin önemidir. Yani bu kitap kısaca engelli kişilerin sevgi, ilgi ve dayanışma ile uğraşmalarını tasvir ediyor.
Yazar da bu konulara ek olarak şuanki eğitimde eğitim kurumlarının ürüne dönüşmesinden yani eğitimcilerin eşit olmayan bir ortamda sadece sınav sonuçlarıyla başarılı sayılan bireyler yetiştirilmesinden şikayetçidir. Sevgi, ilgi ve dayanışma ile rekabet, özelleştirme ve bencil bireyciliğe karşı çıkılmasını istiyor.

Okul Ne Yapar?
Yazar bu bölümde eğitimden bahsetmiştir.
Eğitim her yerdedir. Mağazada, fabrikada, çiftlikte… Eğitimi ‘dışarı’dan bağımsız düşünemeyiz. Yazar örnek olarak okullardan bahsetmiştir. Okulları insanların çalıştığı yer olarak betimlemiştir. Yemek servisini yapan bir kadın, bina bakımıyla ilgilenen bir erkek, okuldaki sekreter ise çoğunlukla bir kadın olmuştur. Bu zamanlarda bile kadın erkek eşitliğinden bahsetmek güçken o zamanlarda da aynı sistem devam etmekteydi. Eşit düşünme, eşitlik kavramı burada bizleri yaralıyor işte.
Ücretli çalışma yerleri olan okullar, ekonominin bütünleyici bir parçası olmakla beraber sınıf, ırk, cinsiyet hiyerarşilerine meydan okuyor.
Okullarda çocuklar hayatlarının uzun bir kısmını burada geçiriyorlar. Orada kendi benliklerini bulup gerek statü bilinci olsun gerekse kendinden farklı başkalarıyla olan iletişimleri gelişip güçleniyor.

Risk Almak
Okul bazen eylem yeri olarak görülebilmektedir. Yazar da bunun bir risk olduğundan bahsediyor. Bu risklerden biri kibirdir.
Öğretmenler eksik yönleri olup olmadığını denetleyici herhangi bir yaklaşımda bulunmamakla birlikte eksikliklerini de kabullenmemektedir.
Derslerde de konuştuğumuz gibi bu bir toplumda istenmeyen en son şeydir. Her öğretmen insandır ve insani duygular taşır. Elbet yanlışlarımız olacak. Ama önemli olan yanlışlarımızın olabileceğini öğrenmek ve meslektaşlarımızla bilgi birikimimizi paylaşmaktır. Ancak o zaman toplumda öğretmenlik anlayışı değişir ve eğitimin düzeyi de bu bağlı olarak gelişir, güçlenir.
Bir diğer risk ise insanların kendi hayatlarını kendilerinin inşa etmesini olumsuz yönde etkilemektir. Şuna da bir açıklık getirmek gerekirse eğer birey kendi hatalarından ya sorumluluklarından yola çıkarak bir başlangıç yapamazsa o birey ne kendine ne de topluma yarar sağlar.




16 Kasım 2018 Cuma

MEHMET RAUF KİMDİR? MİZACI, HAYATI, EDEBİ İNCELEMESİ



Mehmet Rauf İncelemesi

Hani bazı eserler için 'Bunu nasıl yazmış olabilir?, 'Nasıl kurgulamış olabilir?' diye soruyoruz ya, işte tüm mesele yazarlarımızın çocukluklarında, aile yapısında... Dilerseniz Mehmet Rauf'un çocukluğuna gidelim.

mehmet rauf ile ilgili görsel sonucu

Mehmet Rauf’un Ailesi

  Mehmet Rauf, 24 Ağustos 1975 tarihinde İstanbul’da dünyaya geldi. Damadı Selama İzzet Balat’ta Kesme Kaya Mahallesinde doğduğunu söyler. Babası Ahmet Şükrü Efendi Kütahya’dan askerlikle İstanbul’a gelmiş ve orada kalmıştır. Liman dairesinde kapı cuhadarlığı ve oranın arşivlerinden sorumluydu. Ona Hafız Ahmet Efendi’de denilirdi. Annesi ise bir Çerkes’dir.
 Ahmet Şükrü Efendi, Mehmet Rauf’u küçükken sık sık tiyatroya götürürmüş ve bu Mehmet Rauf’un tiyatro ve sanata ilgisinin başlamasına neden olmuştur. Annesi de komşularına romanlar okuyan, kahraman için gözyaşları döken içli bir kadınmış. Mehmet Rauf, annesi roman okuduğu zamanlarda annesini dikkatle dinlermiş. Annesi özellikle üvey ana namındaki bir olayı gözlerinde yaşlarla okumuş. Bütün komşular buna ağlamıştır. Mehmet Rauf da annesini ağlatan bu olaya karşı tutkulu bir şekilde bağlanmıştır.
  Mehmet Rauf annesini çocuk denecek yaşta rüştiyenin son sınıfında kaybeder (1887). Babasını ise 1896 yılında kaybediyor. Tek kardeşi olan ve çocukluk yıllarında birlikte tiyatro oynadıkları kız kardeşi ise 1899 yılında ölmüştür. Ailesinin mezarları Balat’ta, Yavedud’un hemen yanındaki kabristandadır.


  Mehmet Rauf’un Hayatı

  Mehmet Rauf 4 yaşındaBalat Mahalle Mektebi’ne başlamış, bitirdikten sonra da Eyüp Rüştüyesi’ne devam etmiştir. Üçüncü senenin sonunda Soğukçeşme Rüştiyesi’ne geçer ve burada tiyatro hevesi artmaya başlar. Bunu gören babası çocuğunu kayıt altına almak için onu askeri bir okul olan Bahriye Mektebi’ne kaydını yaptırır.
 Mehmet Rauf babasının bu kararına isyan eder ve kendisi gibi o okula gitmek istemeyen Mahir adında bir arkadaşı ile evden kaçar. 1 gün boyunca sokakta kalır ve sonunda ise yakalanır.  Heybeliada’da olan bu okul, okula kabul sınavı uygularmış. Mehmet Rauf ve Mahir sorulara cevap vermemek için anlaşırlar. Fakat Mehmet Rauf kabul edilirken arkadaşı Mahir elenir. Hala uslanmayan Rauf bu seferde okula gitmeyi reddeder. İşler pek istediği gibi ilerlemez. Heybeliada’nın büyüsüne kapılır ve okuldan kaçmaktan vazgeçer.
  Mehmet Rauf akademik olarak çok başarılı biri değildir fakat edebiyat alanında hocalarından ceza almadan da duramaz.
  26 Mart 1894’te  Bahriye Mektep’ini bitirerek memuriyete başlar. Staj görmek için Girit’e gider ve orada 15 ay görev yapar. İstanbul’a geri döndükten sonra kendini Servet-i Fünun topluluğunun içinde buluyor. Tevfik Fikret ile yakın ilişkiler sonucunda Fikret’in halası Ayşe Sermet Hanım ile evlenerek Fikret’in Hisardaki yalısına iç güveysi olarak giriyor. Bu evlilik sonucunda 2 kız çocuğu dünyaya geliyor ve küçük olanı 5 yaşında kaybediyor.

 Bir süre sonra Rauf Hisardaki evinden ayrılıp Büyükada’ya yerleşiyor. Orada da  mutluluğu pek sürmüyor ve Rauf, içinde intihar olan bir mektubu arkadaşı Hüseyin Cahit’e bildiriyor. Rauf güzelliği, kibarlığı ile tanınmış bir hanıma aşık olduğunu ve bu karasevdadan kurtulamadığını yazıyor. Cahit onu evinde sönmüş  mangal külleri ile baygın bir şekilde buluyor.
  Meşrutiyet’in ilanından sonra yazı hayatına tekrar dönen Rauf ‘Bir Zambağın Hikayesi’ adlı romanıyla memuriyet hayatı biter.Çünkü roman pornografik bir romandır. Kısa zamanda büyük rabet gören bu eser epeyce mühim bir maddi fayda sağlar. Diğer taraftan eser toplumun ahlakına aykırı bulunarak yasaklanır ve Rauf 6 ay hapse mahkum edilir.
  Bu sıralar Zambak ismiyle meşhur olan romanını okuyan zengince bir aile kızı Rauf’a evlilik teklifi eder ve o da kalkar izmir’e gelerek ikinci evliliğinde bulunur. İç güveysi olarak rahat bir ömür sürer.  Fakat bu mutluluğu da en fazla bir sene sürer. Bu seneler içinde oldukça verimsiz bir hayatı geçmiştir.
  1919-20 yılları yoğun yayın faaliyetleri ile geçer. Gelincik mecmuasında bastığı bir resim yüzünden (resim toplum için açık saçık kabul edilir) hapis cezasına çarptırılır. Sonradan ise affedilir.
İkinci eşi Besime Hanım’dan 1926 yılında ayrılan Rauf aynı sene üçüncü eşi Muazzez Hanım ile evlenir. Evliliğinin 13. gününde felç geçirir. Artık yazı yazamaz haldedir. Eşi onun kalemi olmuştur. 2 yıl sonra ise konuşma yetisini kaybeder. 23 Aralık 1931 yılında ise gözlerini yumar.


Mehmet Rauf’un Mizacı

Uslu ve sakin bir çocuk olan Rauf küçük yaşta okumaya başlaması hayatını yönlendirmiştir. Paraya çok önem vermiştir. Hayatı boyunca kimse ile kavga etmemiştir. Kimseye küfürbazlıkta bulunmamıştır. Bütün enerjisini tiyatro, roman yani edebiyat için harcar.  Herkesin yaramazlık için ceza aldığı ortamda o tiyatroculuğu yüzünden alırdı. Karşılaştığı her uyarı ile edebiyata daha da bağlandı.
Onun hayal dünyasını geliştiren en önemli etmenlerden biri de musikidir. Başlangıçta klasik musikisine sade bir ilgi duyan ve zaman zaman arkadaşlarına şarkılar söyleyen Mehmet Rauf, çok sevdiği ve kendisine üstad kabul ettiği Halit Ziya vasıtasıyla Batı musikisine ilgi duymaya başlar. Halit ile gittiği ilk operada uyuyakalan Rauf sonradan bunu bir tutku haline getirir. Bu tutku onun eserlerindeki kahramanlarına yansımış, baş a kahramanlarının hepsi musiki yönden engin bilgilere sahiptir.
Mehmet Rauf için en önemli olan şey aşktır. Halit Ziya’nın dediğine göre; onun tek bir aşkı asla olmamış. Birinden kurtulurken ötekine tutulan hastalıklara tutulmak için yaratılmış, kadınların ara sıra sezilmiş bir bakışa, bir endamın salıntısına, hatta bir başörtüsünün şöyle bir dolanışına, bir sandalyeye oturuşuna aşık olur. Bir kere böyle bir çengeletakılınca bu 6 ay, bir yıl, 5 yıl sürermiş.
Hayatında 6 kez sevmiş. Bir sonrakini daima bir öncekini unutturacak şekilde sevmiştir.


Mehmet Rauf’un Yazı Hayatı 
            
Servet-i Fünun’a Kadar;
mehmet rauf ile ilgili görsel sonucuMehmet Rauf’ta edebiyat merakı, çocukluk yıllarında Rüştiye’de okuduğu sıralarda babasıyla birlikte gittiği tiyatro ile başlar. Kız kardeşi ile gördüğü oyunları evde tekrar ederler. Oynamakla, okumakla yetinemeyen Rauf yazmaya başlar. Bu sefer de arkadaşlarıyla oynamaya başlar. Bu dönemde tiyatro ve roman tutkusu birbiriyle yarış içerisindedir.
12 yaşında ilk romanını (Denaet yahut Gaskonya Korsanları) yazar. Arkadaşları tarafından takdir edilen Rauf kendini bir romancı olarak görür. Fakat babası onun hevesini kırmak için bazen zora başvurur, müsveddelerini yırtardı.
Yazarlık hayatına yön veren olay ise Halit Ziya’nın Nemide’sini okumak olmuştur. Hemen Halit Ziya’ya bir mektup yazar ve onunla iletişim kurar. Ona bir hikaye gönderir ve hikayesi (Düşmüş) Hizmet’te yayımlanır. Halit ile ilişkisi usta çırak ilişkisine dönüşmüştür. Rauf Halit ile Mektep’te yazılar yazmaya ve böylelikle ismi duyulmaya başlamıştır.  Cenap Şehabettin ve Tevfik Fikret ile yakın iletişime geçmiştir.
Servet-i Fünun Yılları;
Fikret Rauf’un edebiyatına güvenmemekteydi. Fakat Servet-i Fünun topluluğuna bütünüyle katıldıktan sonra yazdığı eleştiriler ve hikaylerle gücünü ispatlamıştır. Bir gün Fikret ondan roman isteyince Rauf da Eylül’ü yazmaya başlar.
Topluluk ayrıldıktan sonra da bu anlayışını sürdürmek için yine, bir topluluk arayışına girmiştir. İlk ayrılanları ise ağır bir şekilde eleştirmiştir.

Meşrutiyet’ten sonra;

Meşrutiyet’in ilanına kadar diğer Servet-i Fünun sanatkarları gibi susan Mehmet Rauf bu hürriyet ortamında yeniden yazı hayatına atılır. Yapılacak en faydalı işin hanımları bilgilendirmek olduğunu, Türklüğün eğer kurtulacaksa kadınlar sayesinde kurtulacağını ve bunun için kadınlarımızı yüceltmeye çalışmamız gerektiği üzerine durmuştur. Asaf Muammer ile hanımlara özel Mahasin Gazetesi’ni çıkarırlar. Bu dergi daha çok maddi kazanç sağlamak için çıkartılmış olmasına rağmen siyasi nedenlerde dolayı (31 Mart) ara verildi. Sekizinci sayısı ellerinde kaldı. En fazla on iki sayı çıkartan dergi yazarları zararlara uğratmıştır.
Mahasin’i yayımladığı bu zamanda birkaç edebi dergilerde makaleler ve hikayeler yazmaya devam eder. Bir yandan da Halit Ziya’nın Ferdi ve Şürekası romanını tiyatroya uyarlamaya çalışmaktadır. Aynı zamanda da hikayeler de yazmaya başlar. Ardından imzasız olan Bir Zambağın Hikayesi’ni ele alır. Eser dönemde büyük tepkiler toplayınca bir müddet eseri sahiplenmez. Sonra kabullenir. Eserin yasaklanması ve mahkumiyeti sırasında Tanin’de haftalık edebi yazılar yazmaya devam eder. Mehmet Rauf artık gençler tarafından saygı duyulmayan biri haline gelmiş olması onu herkese karşı hırçın birine dönüştürmüştür.
1916-18 yılları Rauf’un durgunluk yıllarıdır. 1919’da Üç Hikaye ve Kadın İsterse isimli hikaye kitaplarıyla okurun karşısına çıkar. bu yıllarda adapte eserler de vermeye başlar. 1923 yılında Süs isimli yeni bir haftalık edebi hanım mecmuası yayımlar. Süs’ün yayını devam ederken bir de Gelincik isimli mizah gazetesi çıkarır. Bu dergideki yayımladığı bir resim yüzünden mahkemelik olan Rauf’un dergisi 9. sayıda durdurulur.
1923-26 yılları en verimli yıllarıdır. çeşitli gazete ve dergilerde yayımladığı hikayelerini kitaplaştırır ve birçok romana imzasını atar. Hala bir arayış içerisindedir. Şiir hariç edebiyatın her türünde eser vermiştir.

Romanlarda Ortak Yapı

Toplam 16 roman kaleme almıştır. Bunların bir kısmı uzun hikaye niteliğindedir. Diğer bir kısmı da yarım kalmıştır. Ayrıca farklı türleri denemesi yazarın tek bir yönde ilerlemediği görülür.
Mehmet Rauf’un bütün romanlarında temel ilişki aşktır. Genellikle bir mevsim süren ilişkiyi ele alır.
Hemen her romanda olay, canlılığını ilk sayfada hissettirmeye başlar. Bu da romanın heyecanlı ve düzenli olmasını sağlar.
Eylül, Ferda-yı Garam, Menekşe, Serap, Karanfil ve Yasemin, Son Yıldız, Kabus, Kan Damlası ve Halas hakim bakış açısı ile yazılmıştır.
Garam-ı Şebab, Bir Zambağın Hikayesi, Bir Aşkın Tarihi, Genç Kız Kalbi kahraman anlatıcının bakış açısıyla yazılmıştır.
Mekan olarah genellikle İstanbul’u tercih eder. Asli mekanı ise köşkler, yalılardır.
Halas hariç romanlarının hepsi yazıldığı yılın/yılların tarihini eksen almıştır.

Hikayelerinde Ortak Yapı

35 yıllık hikayecilik devresinde tespit edilebilen 122 hikaye ele almış ve 14 ayrı kitapta toplamıştır.
Sanatın eksenini aşk ve kadınlar oluşturmuştur. (bireysel)

15 Kasım 2018 Perşembe

Bireyde Sanatsal Yaratıcılığı Nasıl Geliştiririz?



Bireyde sanatsal yaratıcılığı nasıl geliştiririz?

San’a göre; “Yaratıcılık her bireyde var olan ve insan yaşamının her bölümünde bulunabilen bir yeti, günlük yaşamdan bilimsel çalışmalara dek uzanan geniş bir alanı içine alan süreçler bütünü, bir tutum ve davranış biçimidir.”

Özden’in aktarımıyla; Torrance, yaratıcılığı şöyle tanımlar:“Sorunlara, aksaklıklara, bilgi eksikliklerine, kayıp ögelere, uyumsuzluğa karşı duyarlı olmak, güçlüğü tanımlamak, güçlüğe çözüm aramak ve kestirimde bulunmak.”
Yaratıcılık bir süreç olduğundan eğitimle geliştirilebilir. Öğrenci çalışmaları izlenilmelidir ve yaratıcılık süreci buna bağlı olarak geliştirilmelidir. Önemli olan bireylere, durumlara, düşüncelere, kurallara, tutum ve davranışlara, farklı bakmak ve değiştirmek istemektir.
Yaratıcılık detayın görülmesi ve birleştirilmesidir. Böylelikle eğitim sürecinde yaratıcılık hayati bir önem taşımaktadır.

‘F. Çizek (1920), gerçek yaratıcılık için çocukların özgür kılınmalarının önemli olduğunu, onların yetişkinlerin etkisinden uzak tutulmaları gerektiğine inanmıştır.  S. Freud (1920-1930) ise, yetişkinlerin sanatla uğraşan çocuklara karışmalarının daha sonra telafi edilemeyecek rahatsızlıklara ve çocukta bir çeşit duygusal komplekse neden olabileceğini savunmuştur.’

Sanat eğitimi de diğer alanlar gibi günümüz şartları ile paralel olmalıdır. Eski tekniklerle öğretilen sanat eğitimi yaratıcılığı olumsuz yönde etkiler. Çünkü eskiden öğretmen merkezli, sorgulamaya ve öğrenmeye kapalı sadece ezbere ve tam bilgilere yer verilirdi. günümüzde iste öğrencinin kendi kendini eleştirmesi, bir durumu araştırması söz konusudur. İşte böyle böyle çocuk kendi yaratıcılığının farkına varıp kendini geliştirmeye başlar.

Öğrenci kitap okumalı, diğer insanların tecrübelerinden yararlanarak  başka birilerinin bakış açısını anlaya çalışmalıdır. Kitap okumanın yanı sıra müze, sergi, galeri gezmek çocukta büyük bir algı yaratmaktadır. Bu algı oldukça olumlu etkiler öğrenciyi. O da gördüğü sanat eserlerinden etkilenerek ilham alır. Böylelikle kendisi de bu ölçüde gördüklerinden de yardım alarak yeni bir şey yaratmada oldukça başarılı olur.

Sinema, tiyatro ve gösterilere gitmek yaratıcılığı etkiler. Çocuklar bu etkinliklerde farklı tip ve karakterlerle karşılaşırlar. Bu tip ve karakterleri daha önce hiç görmemiş olan çocuklar karşılaştığı yeni durumu hemen kendilerine yönlendirirler. Ve bu bilgiyi ileride kullanırlar.
Sanat eğitimiyle ilgili öğrencilere sanat öğretiminde kullanılan uygulamalar, yöntem ve teknikler, işleniş ve örnek çalışmalar yaptırılmalıdır. Bunlar kısaca çizgisel çalışmalar, desen, imgesel tasarım çalışmaları ve perspektif, renkli çalışmalar, dokusal çalışmalar, portre, grafik çalışmalarıdır.

yaratıcılık ile ilgili görsel sonucu

Yaratıcılığı etkileyen faktörler:
Rıza’nın, Coon’dan aktarımıyla (1983) yaratıcılığı engelleyen faktörler şunlardır:
a) Duygusal engeller:Utangaçlık, aptal yerine koyulma korkusu, yanlış yapma korkusu, belirsizliklere karşı hoşgörü yetersizliği ve aşırı öz eleştiri bu gruba girer.
b) Kültürel engeller:Toplumsal değerler bir kültürden diğerine değişmektedir. Bazıları yaratıcılığı desteklediği gibi bazıları da engellemektedir. Hayal etmenin boşa harcanan zaman olarak kabul edilmesi, çok oyunun sadece çocuklar için olduğunun düşünülmesi, ... kültürel engellere örnek olabilir.
c) Öğrenilen engeller:Eşyaların kullanımı (fonksiyonel kalıplaşma), anlamların verilmesi, ihtimallerin beklenilmesi ve kutsallaşmış tabularla ilgili gelenek engellerini kapsamaktadır.
d) Algılama engelleri:Adetler, problemlerin önemli olan ögelerini tanımada başarısızlığa yol açabilir. Bunlara aşağıdaki engel de eklenebilir.
e) Yüklü program engelleri:Kalıplaşmış konular yığını olan ve belli süre içinde tamamlanılması gereken eğitim programları da yaratıcılığa engel olabilmektedir...


14 Kasım 2018 Çarşamba

ilköğretimde Nitelikli Bir Sanat Eğitimi Nasıl Olmalıdır?


Nitelikli bir sanat eğitimi nasıl olmalıdır?

Bireyin gelişiminde Türkçe, Fen veya Matematik öğretimi kadar sanat eğitimi de önemlidir. Nitelikli bir sanat eğitimi için bireylere sanat eğitiminin varlığı, önemi anlatılmalıdır. Sanatın hayatımızdaki yeri, işlevini anlatarak bireye bakış açısı kazandırmak gerekir. Birey sanatın önemini, gerekliliğini kavradığı takdirde sanata değer ve saygı oluşur.

Günümüz şartları değişip gelişmeye başlamıştır. Buna bağlı olarak çocukların da istek ve arzuları bu ölçüde değişime uğramıştır. Bu yüzden onlara istediklerini vermek gerekir. İşte okul müfredatları tam burada devreye girer. Müfredatlar ne kadar öğrenciye yönelik, istek ve arzularına, seviyesine göreyse o kadar iyi, nitelikli sanat eğitimi gerçekleştirilir. Bireylerin sanatsal teknikleri öğrenip kendini ifade etmesi ve yaratıcı olması müfredat gereğince hedeflenmelidir.

Görsel sanatlarla ilgili deneyimler, çoğunlukla, doğal olarak sağ beyinde olduğundan bu tür deneyimler büyümede, yetişmede, gelişimde ve bireyin eğitiminde bir dengeyi sağlamakta, bunlara okul müfredat programında oldukça fazla ihtiyaç duyulmaktadır. Bu alanda araştırmalar yapan Robert Masters ve Jean Houston, teşvik edici bir görsel sanatlar programına bir çocuğun girememesinin onun “sistematik bir biçimde içinde dünyayı algılayabileceği yolların bir çoğundan koparılması” demek olduğunu iddia etmektedirler. Bir- çok araştırmacı da eğer beynin kritik büyüme atılımları sırasında gelişmemişse hiçbir şekilde öğrencilerin belirli bir sanatsal eğilime sahip olamayacakları, -ki bir daha gelişmesinin mümkün olamayabileceği- beyin dolaşım devresinin ileriki zamanlara ulaşmasının zor ola cağı konusunda görüş birliği içindedirler (Özsoy, 2003: 97).


Nitelikli bir sanat eğitiminin gerçekleşmesi için nitelikli bir sanat eğitimcisinin de olması gerekir. Sanat eğitimci kendini geliştirmiş, tekniklere hakim, öğretmeyi ve öğrenmeyi seven, çocuklarla iyi iletişim kurabilen biri olmalıdır. Öğrencilere çalışma disiplini sağlamalı, onlara bakmayı değil görmeyi öğretmelidir. Aynı zamanda da öğrencilerin yaratıcılık becerisinin oluşmasında ve gelişmesinde aktif rol oynamalıdır. Onları cesaretlendirmeli, motive etmeli ve yapamadığında ceza vermemelidir.

Sanat eğitiminin önemi ve gerekliliğini anlamak ve öğrencilerini etkinliklere yönlendirerek desteklemek her sınıf öğretmeninin yapması gereken davranış olmalıdır. Sadece sınıf öğretmenlerinin değil tüm sanat eğitimcilerinin de amaca uygun teori ve uygulamaları içinde barındıran bir ders programı ile yetiştirilmeleri gerekir.

Sanat eğitiminde önemli etkenlerden biri de yeterli ders saatidir. Mesela öğrenciye 2 hafta sonunda kara kalem tekniği ile portre çizer şeklindeki kısa dönemli hedefin gerçekleşmesi oldukça güç olabilir. Çünkü 2 haftada öğrencilerin en fazla 4 ders saati olabilmektedir. Bu da öğrencilere verimli bir öğrenim zamanı sağlayamamaktadır. Daha öğrenci kara kalem çalışmasının nasıl bir teknikle yapıldığını anlayamadan bu teknikle ilgili portre yapması öğrenciden istenir. İşte burada ders saatinin yetersizliğinden dolayı sanat derslerinin hızlı ve aceleci bir şekilde işlendiği görülür.

Bir başka etkense ortamdır. 'Sınıf artık dört duvarla çevrili bir yer olmaktan çıkmalı, devlet, bilim, teknoloji,ile bağlantılı ortama dönüştürülmeli ve web musluğu açık olmalıdır' (Aktaran, Alkan, 2005: 219). Örnek olarak fen laboratuvarında etrafta fen araç gereçleri varken resim yapmak oldukça zordur. Öğrenciler ortam ve ders kapsamında örtüşemedikleri zaman kendilerini rahat hissedemezler. Bunun için sınıfın ortamı ve fiziki donanımları oldukça önemlidir.

Fiziki ortam kadar araç ve gereçler de oldukça önemlidir. Bu araç gereçlerse amacına uygun olarak ortama konulup kullanılmalıdır. Araç gereçlerin öğrenciye tanıtımı da oldukça önemlidir. Çocuk tuval, palet, fırça modelleri ve daha birçok gereci etkili bir şekilde kullanabilmesi için tanıtımı yapılması şarttır.

13 Kasım 2018 Salı

İlköğretimde Sanat Eğitimi Neden Gereklidir?


İlköğretimde Sanat Eğitimi Neden Gereklidir?

Sanat insanlık tarihi kadardır. İnsanlık tarihine bakıldığında sanatın başlangıcından itibaren insanların bir parçası olmuştur. İlk insanlardan beri sanat, insanın yaşantısını betimlemeyi, anlatıp aktarılmasını sağlamıştır. İnsanlar yaşadıklarını, ihtiyaçlarını, duygularını, bilmek istediklerini, bilemediklerini anlamaya her zaman ihtiyaç duymuşlardır.Bu yolla da zeka ile duyguyu, olayları, zamanla mekanı, yaşantıları birbirleriyle ilişkilendirebilmişlerdir.




Sanatın eğitimi denilince bireyin ve toplumun  eğitimine sağladığı katkı ve yarar anlaşılır. İnsanların bilinç altlarında oluşan gerçek, nesnel hayatın çözümlenmesini sağlar. Bireyi özgür kılar ve kendini sanatıyla ifade eder.

Sanat ve buna bağlı olarak sanat eseri, insan yaşamının belli zaman dilimlerinin sembolleşmesini, yani bireyin yaşamının o anki kesitinin kayıt altına alınmasını sağlar. Örneğin bir bireyin herhangi bir yerde bir şarkıyı ilk kez dinlediği ve bir resmi ilk kez gördüğü an, o sanat eserinin o kişinin zihninde sembolleştirdiği, yani kayıt altına aldığı andır. Örneğin birey daha sonra o şarkıyı ikinci kez veya üçüncü kez dinlediğinde veya eseri başka bir zaman yeniden izlediğinde o zaman dilimi hayaline gelir ve “bu şarkıyı ilk defa şurada dinlemiştim veya bu resmi ilk kez şu galeride görmüştüm” diyerek o zaman dilimini yeniden yaşar, yani zihninde sembolleştirdiği o zaman dilimi bir teyp bandı gibi hayal penceresinden tekrar geçer. Bu durum bir film seyrettiğimizde, bir roman okuduğumuzda veya bir şiir dinlerken de aynı şekilde gerçekleşir. Bir roman okurken roman içerisinde eğer hiç gitmediğimiz bir yer betimleniyor ise o yeri merak ederiz ve imkân olsa hemen gidip o yeri ziyaret etmek isteriz. İşte o merak duygusunun başladığı zaman dilimi, bizim o eser sayesinde o zaman dilimini sembolleştirdiğimiz andır (D.Ü. Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi Dergisi 9, 14-20 (2007).

Sanat, bireyleri dış dünyanın dertlerinden uzaklaştırıp onları amaçladığı büyülü dünyaya götürür. Bir filmin sahnesinde gerçekleşen olayları sanki kendi içimizde yaşıyormuş gibi olmamız işte bundandır.
Sanat bireylere yaşantı çeşitleri sunar. Mesela bireye daha önce hiç karşılaşmadığı olayları veya daha önce karşılaştığı olayların farklı çözümlemelerini görmesini sağlar.

 Sanat eğitimi sayesinde kendi ülkesinden olmayan bir sanatçının eserini benimseyen, bin yıllar önce farklı uygarlıkların yapmış olduğu sanat eserlerine değer veren ve onları koruyan, gelecek kuşaklara bir kültürel miras bırakmak için çaba gösteren insan veya toplumlar, sanat kültürünü almış empati yapabilen kişi veya toplumlardır denilebilir. Eğer dengesiz ve uyumsuz toplumlar istemiyorsak o toplumu oluşturan insanlara sanat eğitimi vermek gerekir. Çünkü sanat kültürü edindirmek ve toplumların uyumlu bireylerden oluşmasını sağlamak, sanat eğitiminin amaçlarından birini oluşturmaktadır.  (D.Ü. Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi Dergisi 9, 14-20 (2007).
Aynı zamanda bireyin kişiliğinin oluşmasında, çok yönlü olmasını sağlamasında da katkıda bulunur. Analitik düşünmeyi sağlar.

Sanat yaratmaktır ve bunu yaparken haz almaktır. Yaptığı işten haz alan bireyler o işi en iyi şekilde yapar. Bu ne olursa olsun sanatla paralel olarak ilerler.
Sanat toplum yaşamını da olumlu şekilde etkiler. İnsanları birbirlerine yakınlaştırır. Ortak noktaların oluşumunu sağlar. Ulusal ve evrensel değerlerin oluşumuna da yardımcı olur.
''Sanat, gençliğe terbiye, yaşlılığa avuntu, yoksullara zenginlik ve zenginlere de süs verir'' (Schiller).
Sanat yeni kuşağı birçok açıdan bilgilendirir, eğitir. ''Onların “ben kimim? Nereden geliyorum? Ne yapmalıyım? Gibi sorularına cevap vermelerine yardımcı olan sanat, böylelikle kuşaklar arasındaki değişimi ve gelişimi sağlayan önemli bir güdüleme aracı olmaktadır. '' (Yüksek lisans tezi, Nazmiye Türe, Konya, 2007)

Okullarımızda görsel sanatlar derslerinin bulunmasının pek çok gerekçesi vardır. Bu gerekçeler zamana, ihtiyaçlara, araştırma uygulamalarına göre yön bulur. Dönemlere ve dönemlerin ihtiyaçlarına göre değişerek amacını ortaya çıkarır. Bu amaçlar Vedat Özsoy’a göre şöyle belirtilmiştir.
 a. Görsel sanatlar esasen çözülmek üzere problem icat eder. Sanat yaratıcı düşünceyi, anında ve yerinde karar vermeyi, değerlendirme ve hemen sonuç alma yeteneğini geliştirir.
 b. Sanat doğası gereği hayal etme alıştırmaları yapılmasını sağlar. Sanat bir değişiklik ve şimdi bildiğimizden daha iyi bir yol ve şans oluşturmak, bir ümit oluşturmak için yegane araçtır.
c. Sanat var olan kültürel çeşitliliği keşfetmek ve vurgulamak için fırsatlar sunar. Böylece duyarlılığı (empati başkasının yerinde kendini koyma) ve müşterek ve karşılıklı sevgi için yapılması gerekenleri araştırmayı teşvik eder (Özsoy, 2003). 


12 Kasım 2018 Pazartesi

DANIŞILACAK BİR MESELEMİZ VAR

MERHABA GENÇ, DİNAMİK VE AKLI KARIŞMIŞ YENİ MEZUN KADER ORTAKLARIM. Sizlere de MERHABA sevgili öğretmen adayları. ✋

Evet, bence sıkı bir giriş yaptığımı düşünüyorum.
Öncelikle bu benim ilk blogum olacak. Saçmalıklarımı görmezden gelin lütfen. Heyecanıma yenik düşebilirim.
Bu blogda neler var derseniz; bölümde yaşanılan sorunlar, ders içerikleri, son sınıf telaşı, kpss, staj, özel okul, özel okulda eğitim ve ders içerikleri, materyaller, eğitim modelleri ve yaklaşımlar, makaleler ve daha neler neler...